Thursday, June 25, 2009

cap ou pas cap?

jeux d'enfants...

Bir film. Sanırım 2 seneye yakın zamandır izlemek isteyip de bir türlü izleyemediğim bir film.

Bu gece sonunda izledim. İzledikten sonra filme dair, aşka dair, kendime dair bir şeyler yazmak geldi içimden. Ama okuyanlara uyarı olsun, yazı film ile ilgili acımasız spoilerlar içerecektir. Filmi izlemeyi düşünüyorsanız ve neler yazdığımı gerçekten çok merak etmiyorsanız, bir kere daha düşünün okumadan önce.

Spoiler uyarımı da yaptığıma göre, içim rahat bir şekilde başlayabilirim. Öncelikle, film duyduğum kadar muhteşem, okuduğum kadar etkileyici değildi. Ama izlerken hoş bir his uyandırdığını kabul ediyorum. Üzücü sahnelerinde bile bir şekilde gülümsetiyordu insanı. Ve ağlamak mümkün değildi benim için bu filmi izlerken. Belki bıraktığı o hoş histen, gülümseten yanından dolayı, belki de filmde anlatılan aşkı yeterli görmememden dolayı.

Filmde çocukluklarından itibaren "Cap ou pas cap?" diye sorarak bir nevi cesaret oyunu oynuyorlar Julien ve Sophie. ("var mısın yok musun?" benzeri bir anlama geliyormuş bu -hayır, yarışma olan değil!!!) Birbirlerini bu yolla sınıyorlar belki de. Ama aşklarını itiraf edemiyorlar, Julien'in bunu itiraf ettiği noktada ise hala tam olarak anlayamadığım bir şekilde birbirlerine dönemiyorlar ve kopuyorlar. Sonrasında olaylar iyice çığrından çıkıyor, 10 yıl hiç görüşmeyip de sonra bir anda o ana kadar sahip oldukları herşeyi yoksaymaları bana malesef inandırıcı gelmiyor. Hele final sahnesi... Filmin en beğenmediğim yanı.

Filmin sonunda son bir defa oynuyorlar oyunlarını. Beton dökülecek bir çukurun içinde, birlikte hayata veda ediyorlar. Tam o sırada o ana kadar yaşananlar geçiyor ekrandan, ama ufak bir farkla. İkisinin geçmişte ve geleceklerinde yaşayamadıkları aşkı, birlikte hayatlarına son vererek sonsuzlukta yaşadıkları mesajı verilmeye çalışılıyor.

Ama üzülerek bu aşkın bana yeterince kuvvetli gelmediğini tekrarlıyorum. Yaşadıkları daha çok, iki huzursuz, biraz çatlak, biraz psikopat insanın birbirleriyle savaşı. Kızın bana göre biraz şımarık ve kaprisli yapısının, erkeğin çocukluğundan itibaren var olan yaramazlığıyla birleşip önce ortalığı birbirine katması, sonra da ikisinin de hayatlarını mahvetmesi.

O yüzden de burda anlatılan aşka, sevgiye inanasım gelmiyor. İnsan sevdiğine zarar vermek istemez. İnsan sevdiğini saçma sapan yollarla sınamaya da çalışmaz. (Ufak tefek oyunlardan bahsetmiyorum, ama bu filmde birbirlerini gerçekten de saçma sapan yollarla sınıyorlar.)
İnsan sevdiğine güvenir. Gerçekten mutlu olabilmenin tek yolu bu çünkü. En büyük hayalkırıklıklarının da yine güvenmekten çıkabileceğini biliyorum, hem de çok iyi biliyorum. Ama bu, ortada gerçekten bir aşk, bir sevgi varsa alınması gereken bir risk. Eğer karşıdaki doğru kişiyse de alındığına değecek bir risk.
Yaşadıkça daha güvensiz oluyoruz, çünkü güvendikçe daha çok hayalkırıklığı yaşamak zorunda kalıyoruz. Ama yine de, hayat riskleriyle güzel. Mutluluk bir adım ötedeyken, bu riski almak gerek. Sınamaya çalışmadan, sorgulamadan.

Asıl gösterilmesi gereken cesaret, filmde olduğu gibi hayatta yaşamayı başaramadıkları aşklarıyla kendilerini gömüp, ancak öyle mutlu olmak için değil, tam tersi o aşkı, o mutluluğu hayatta yakalamayı ve korumayı başarmak için olmalı.

İşte o zaman benim bu soruya cevabım:

Cap!

4 comments:

Mert Günhan said...

Çok gay ve sentimental bir insansın.

Böyle romantik filmleri izleyip kendince conclusionlara atlamak hoş tabii.

Sana puanım 9 kanka

Glowel said...

Sen daha geysin banane !

Hem bu filmden etkilenmemiş halim, lütfen! :D

Aslı "TILSIM" Palabıyık said...

Başarılıydı film. Farklıydı. Beni de etkilemişti çok. o_o

Shana said...

Filmi uzun süre önce bir arkadaşımla izlemiştim. Kısa süre önce de bir başkasına önerdim. İzlerken sorgulamamak elde değil bazı şeyleri :)

Glowel-tan buralara yolun düştüğünde bir gün ara haber ver, görüşelim :)