Sunday, December 27, 2009

Friday, December 18, 2009

Kar

Sonunda...

En mutsuz anlarımda bile beni neşelendirebilen pek az şeyden biri. Gerçi bu sefer biraz neşeden fazlasına ihtiyacım var.

Monday, December 14, 2009

Ayrılık Şiiri

Hoşçakal, dostum, hoşçakal, mutluluklar.
Sevgili dostum, yüreğimde yaşayacak anın,
Sonunda ayrılık yazgısı olsa da insanın.
Hoşçakal dediğimiz gibi buluşmak da var.

Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, suskunlukla
Sakın üzülme, nedir bu gözlerindeki hüzün?
Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm,
Ama pek öyle yeni sayılmaz yaşamak da.


Sergei Yesenin

Friday, October 9, 2009

The Dante's Inferno Test has banished you to the Fifth Level of Hell!
Here is how you matched up against all the levels:
LevelScore
Purgatory (Repenting Believers)Very Low
Level 1 - Limbo (Virtuous Non-Believers)Moderate
Level 2 (Lustful)High
Level 3 (Gluttonous)High
Level 4 (Prodigal and Avaricious)High
Level 5 (Wrathful and Gloomy)Very High
Level 6 - The City of Dis (Heretics)High
Level 7 (Violent)High
Level 8- the Malebolge (Fraudulent, Malicious, Panderers)Very High
Level 9 - Cocytus (Treacherous)Low

Take the Dante's" Divine Comedy Inferno Test

Monday, July 27, 2009

Bir sabaha karşı macerası

Bu sefer sıçtın mavisine daha zaman var. Ders çalışmak için bir studyde oturuyoruz. Ama daha çok icetea kutusundaki şarabımız eşlik ediyor bize.
Uzun bir gecenin (ve uzun bir günün) ardından pek bişey yapacak hal kalmadı bende. Yorucu bir gündü çünkü bütün günü ve geceyi kendimi sakinleştirmeye çalışarak geçirdim. Başarılı olabildim mi? Sanırım. Belki de sadece yorgunluktan ve şarabın etkisiyle daha az tepkiliyim.

Ve an itibariyle Hazal bir şarkı açarak beni benden aldı. Fairytale...

Sunday, July 26, 2009

Bir sabah macerası

Bu yazdıklarım, sabahın saçmasapan bir saatinde, sıçtın mavisi yerini çoktan sıvadın güneşine bırakırken çıkılmış saçmasapan bir yürüşün sonucudur. (kesinlikle son birkaç zamanın değil!)

Bu saçmasapan yürüyüşe çıkmadan önce, hava hafiften serinlemeyi başarmışken biraz dolaşmanın artık fazla yükleme yapılmış zihnime de, yorgun ama hala çırpınmaya devam eden kalbime de iyi geleceği gibi bir düşünceye kapılmıştım. Ama yürüdükçe daha önceki yürüyüşlerimin aksine üzerimdeki baskının arttığını hissettim. Düşündükçe daha fazla şeyi düşünmeye başlıyordum, sürekli havada dönüp duran düşüncelere kulak misafiri olan kalbim de son zamanlarda hep başına geldiği gibi incinmeye devam ediyordu. Sonunda odaya dönüp uyumaya çalışmanın daha iyi bir fikir olacağına karar vermiştim ki, son olarak salıncaklara uğramak geldi aklıma. (Bir yandan da yolu uzatmaya çalışıyordum)

Salıncaklara geldiğimde, nasıl olduğunu bilmiyorum ama çok daha farklı bir ortamda hissettim kendimi. Bulutlar güzel gözüküyordu, dahası sıvadın güneşi de aralarından ışık saçmaya çalışırken daha da güzel bir görüntü oluşuyordu. Her zamanki gibi doğayı seyretmenin bende bıraktığı o garip etkiye kapıldım. Bu etkinin nasıl bişey olduğunu hep çözmeye çalışmıştım. Sanırım daha çok, olmuş olanları kabullenmek ve bundan sonra olacaklar için de kendimi daha az olumsuz etkilenecek şekilde hazırlamaya yönelik bir etki bu. Ben de bu etkiyi memnuniyetle karşıladım. Salıncakta daha önce hiç sallanmadığım kadar hızlı sallandım ve salıncaktan atlayarak indiğimde, daha önce korktuğum için bunu hiç denemediğimi farkettim. Bir parça huzur bulmuş şekilde odaya dönmeye başladım.

Kırılması kolay, tamir etmesi kolay. Bu yanımı seviyor muyum yoksa nefret mi ediyorum henüz karar verebilmiş değilim. En azından, değişen bişey olmadığı halde birkaç dakika öncesine göre kendimi daha iyi hissediyor olmam kötü birşey değil diyerek kendimi avutuyorum. Yine kendimi zorlayıp yüzüme bir şekilde içten gelen bir gülümseme yerleştirebiliyorum şu an. Ya da bazı şeyleri yok sayıp gülüp eğlenmeye ve eğlendirmeye çalışacak gücüm var yine.

Uykuya yenik düşmeden önce sormak ve cevaplamak istediğim son bir şey var. Zorla çıkartılan bir gülümseme sahte midir, gerçek midir? Yapmak istediğimiz mi önemlidir yoksa yaptığımız mı? Söylemek istediklerimiz mi gerçekten içimizden geçenlerdir yoksa söylediklerimiz mi? Sanırım hepsine ikinci seçenekler diyerek cevap vereceğim. Çünkü yaşadıklarımızın ve yaptıklarımızın hiçbiri tamamen bize ait değil. Yaptıklarımız tamamen bize ait olmadığı gibi bunların nedenleri ve sonuçları da tamamen bize ait değil. Mutluluklarımız da, üzüntülerimiz de... Gerçek olan ne yapmayı istediğimiz değil, ne yapmayı seçtiğimiz.

Ama sorun şurda ki, ne istediğimi biliyorum ama neyi seçtiğimi bilmiyorum. Neyse o da anlaşılacak, zamanla...

Thursday, June 25, 2009

cap ou pas cap?

jeux d'enfants...

Bir film. Sanırım 2 seneye yakın zamandır izlemek isteyip de bir türlü izleyemediğim bir film.

Bu gece sonunda izledim. İzledikten sonra filme dair, aşka dair, kendime dair bir şeyler yazmak geldi içimden. Ama okuyanlara uyarı olsun, yazı film ile ilgili acımasız spoilerlar içerecektir. Filmi izlemeyi düşünüyorsanız ve neler yazdığımı gerçekten çok merak etmiyorsanız, bir kere daha düşünün okumadan önce.

Spoiler uyarımı da yaptığıma göre, içim rahat bir şekilde başlayabilirim. Öncelikle, film duyduğum kadar muhteşem, okuduğum kadar etkileyici değildi. Ama izlerken hoş bir his uyandırdığını kabul ediyorum. Üzücü sahnelerinde bile bir şekilde gülümsetiyordu insanı. Ve ağlamak mümkün değildi benim için bu filmi izlerken. Belki bıraktığı o hoş histen, gülümseten yanından dolayı, belki de filmde anlatılan aşkı yeterli görmememden dolayı.

Filmde çocukluklarından itibaren "Cap ou pas cap?" diye sorarak bir nevi cesaret oyunu oynuyorlar Julien ve Sophie. ("var mısın yok musun?" benzeri bir anlama geliyormuş bu -hayır, yarışma olan değil!!!) Birbirlerini bu yolla sınıyorlar belki de. Ama aşklarını itiraf edemiyorlar, Julien'in bunu itiraf ettiği noktada ise hala tam olarak anlayamadığım bir şekilde birbirlerine dönemiyorlar ve kopuyorlar. Sonrasında olaylar iyice çığrından çıkıyor, 10 yıl hiç görüşmeyip de sonra bir anda o ana kadar sahip oldukları herşeyi yoksaymaları bana malesef inandırıcı gelmiyor. Hele final sahnesi... Filmin en beğenmediğim yanı.

Filmin sonunda son bir defa oynuyorlar oyunlarını. Beton dökülecek bir çukurun içinde, birlikte hayata veda ediyorlar. Tam o sırada o ana kadar yaşananlar geçiyor ekrandan, ama ufak bir farkla. İkisinin geçmişte ve geleceklerinde yaşayamadıkları aşkı, birlikte hayatlarına son vererek sonsuzlukta yaşadıkları mesajı verilmeye çalışılıyor.

Ama üzülerek bu aşkın bana yeterince kuvvetli gelmediğini tekrarlıyorum. Yaşadıkları daha çok, iki huzursuz, biraz çatlak, biraz psikopat insanın birbirleriyle savaşı. Kızın bana göre biraz şımarık ve kaprisli yapısının, erkeğin çocukluğundan itibaren var olan yaramazlığıyla birleşip önce ortalığı birbirine katması, sonra da ikisinin de hayatlarını mahvetmesi.

O yüzden de burda anlatılan aşka, sevgiye inanasım gelmiyor. İnsan sevdiğine zarar vermek istemez. İnsan sevdiğini saçma sapan yollarla sınamaya da çalışmaz. (Ufak tefek oyunlardan bahsetmiyorum, ama bu filmde birbirlerini gerçekten de saçma sapan yollarla sınıyorlar.)
İnsan sevdiğine güvenir. Gerçekten mutlu olabilmenin tek yolu bu çünkü. En büyük hayalkırıklıklarının da yine güvenmekten çıkabileceğini biliyorum, hem de çok iyi biliyorum. Ama bu, ortada gerçekten bir aşk, bir sevgi varsa alınması gereken bir risk. Eğer karşıdaki doğru kişiyse de alındığına değecek bir risk.
Yaşadıkça daha güvensiz oluyoruz, çünkü güvendikçe daha çok hayalkırıklığı yaşamak zorunda kalıyoruz. Ama yine de, hayat riskleriyle güzel. Mutluluk bir adım ötedeyken, bu riski almak gerek. Sınamaya çalışmadan, sorgulamadan.

Asıl gösterilmesi gereken cesaret, filmde olduğu gibi hayatta yaşamayı başaramadıkları aşklarıyla kendilerini gömüp, ancak öyle mutlu olmak için değil, tam tersi o aşkı, o mutluluğu hayatta yakalamayı ve korumayı başarmak için olmalı.

İşte o zaman benim bu soruya cevabım:

Cap!

Wednesday, June 3, 2009

Dürüstlük

"Dürüst ol."

Nedir dürüstlük?

Yalan söylememek de sanırım dürüstlük kapsamına dahil.

"Dürüst değilsin."

Konu yalan söylemeye geldiğinde, evet kabul ediyorum, ben yalan söylüyorum. Ufak, beyaz yalanlardan bahsetmiyorum. Onlardan biraz daha büyük ölçekli olanlardan bahsediyorum. Beyaz yalanlardan söylediğimde evet bunlar kendi kıçımı kurtarmak için oluyor, ama daha ciddi olan yalanları hiçbi zaman kendi durumumu önce düşünüp de söylemedim. Çoğu zaman kendimi daha da uçuruma sürükleyecek olmasına rağmen hep başkalarının iyiliğini düşündüğüm için söyledim.

Eğer benden bişeyler talep ediliyor, bişeyler yapmam bekleniyorsa, ısrarla olayların içine çekiliyorsam, ve bütün herşeyin yükü benim üzerime yükleniyorsa artık bu noktadan sonra kimseye yaptıklarımı sorgulama hakkını vermiyorum. Herkesin yalanlarının, gizlediklerinin, planlarının, nefretlerinin, bencilliklerinin yükü bana yüklenirken, ve bütün bu yükün altında ezilmeden hala bişeyler yapmam bekleniyorsa benden, hala bir araç oluyorsam bütün bu olayların içinde, olayları herkes için ama en çok da şu anda beni en çok suçlayan kişi için en sorunsuz ve iyi şekilde toparlamaya çalışırken söylediğim yalanların hiçbirinin suçunu kabul etmiyorum.

En son ana kadar o kişiyi üzmemek, onun için zorluk çıkmasını önlemek bi tarafımı yırttıysam ben, ve benden gizlenen biçok şeye rağmen gayet saf ve SALAK bi şekilde olayı herkes için iyi bi şekilde çözmeye çalıştıysam, herkesin artniyetsiz davrandığına inanmak istediysem, ve herkesin mantıklı ya da mantıksız her kararına saygı duymaya çalışıp, olayların içinden o şekilde çıkmaya çalıştıysam sanırım bütün bunlar benim ne kadar iğrenç bi insan olduğumu ortaya koyuyor.

Hayatımdaki her hareketimden önce kendimin bundan nası etkileneceğini düşündüğüm kadar o kişinin de nası etkileneceğini düşünüp ona göre bişeyler yapmaktı sanırım suçum. Bugüne kadar da suçum aynıydı hep dimi? En zor anlarda başkalarının ona söylediği yalanları, ya ona söyleyip de yıkıldığını görmeye dayanamayacağım için ya da olayları o öğrenmeden daha düzgün bi hale nası getiririm diye düşünüp, uğraştığımdan ona söylemediğim için ben suçluyum. Hareketlerimde kendim kadar, kimi zaman kendimden önce onu düşündüğüm için ben suçluyum.

Şimdi o kişi, yani en yakın dostum, beni dürüst olmadığım için suçluyor. Üzgünüm ama ben bunu kabul etmiyorum, her zaman onu düşünüp de ona göre hareket ediyorsam, anlık eylemlerimde değil belki ama kalbimde ona karşı tamamen dürüst olduğumu söyleyebilirim. Kendi iyiliğimden bile çok onun iyiliğini istediysem hep, ve bunun için uğraştıysam, ona karşı dürüst olduğumu hiç de suçluluk hissetmeden söyleyebilirim.

Yine de bütün yaptıklarıma rağmen, söylediğim yalanlarsa tek sorun, bana koyiim sana bişey olmasın...

Saturday, April 4, 2009

Bahar Yorgunluğu

Havaların sinir bozucu derecede güzelleştiği şu günlerde, güneşin yaydığı sıcaklıkla moralim ters orantılı gidiyor. Pencereden dışarı her baktığımda masmavi gökyüzünü, yemyeşil çimenleri, daha ne kadar fazla alana yayılabiliriz diye çaba sarfeden çiçekleri gördükçe içim kararıyor. Bir yandan "hava güzel, dışarı çıkalım" gazına gelsem de baharın kokusunu her içime çekişimde zehirleniyor gibi hissediyorum kendimi.

Bütün kışın, hatta neredeyse son 1 yılda yaşadıklarımın hepsinin yorgunluğu şimdi hissettiriyor kendini. Şu son 1 yılda çok şey kazandıysam da çok daha fazlasını yitirdim. Belki de büyüdüm. Malesef büyüdüm. Herşeyi içimden geldiği için, sevdiğim insanları da düşünerek yaptığım için bu kadar zarar gördüm, ve artık kendi çıkarları için davranan, rutin bir şekilde yaşayan insanlar sürüsüne katılmak üzereyim. Ben bütün iyi niyetimle, bütün saflığımla birşeyler verirken, insanların egosundan başka hiçbirşeye ulaşamadığımı farkettim. Kimse benim kadar ciddiye almıyor. Ben de gerçekten bencil davranmayı öğrenmek üzereyim. Ama yapmak istediğim bu değil. Bugüne kadar yapmayı beceremedim bunu, şu anda da bunu yapmaya çalışmanın acısını çekiyorum.

Büyümek istemiyorum. Bu sorumluluk almaktan kaçmak değil. Etrafımdaki çoğu insandan çok daha fazla sorumluluk aldığımı düşünüyorum zaten. Mesele bu değil. Ama ruhsuz ve sıkıcı bir hayat yaşamak istemiyorum. İnsanlarla sadece çıkar ilişkilerinden oluşan bağlar kurmak istemiyorum. Ama başkalarının benle kurduğu bağlar bu hale gelirse de onları koparmaktan başka bir çarem kalmıyor.

Yalnız kalmak istiyorum. Ama aslında istemiyorum. Ama insanlar böyle davranacaklarsa gerçekten yalnız kalmak istiyorum.

1 yıldır hiç olmadığı kadar kafam karışık. Gitsem mi kalsam mı, yapsam mı yapmasam mı, sevsem mi sevmesem mi, konuşsam mı konuşmasam mı, izlesem mi izlemesem mi...

Herşeyi silmek istiyorum.

Hayalkırıklığına uğrayıp, güvenimi yitirmekten nefret ediyorum.

Çekip gitmek istiyorum. Hiç değilse o gün geldiğinde arkada bırakacaklarım için eskisi kadar üzülmeyeceğim. Ve beni daha çok üzen de bu.

Off, neden bu kadar etkiye açık bıraktım ki kendimi başkalarına karşı, neden bu kadar güvenip kendimi açtım ki? Şimdiye kadar hatalarımı kabullenip, hep birşeyler çıkardım kendime ama bu sefer bunun bir hata olduğunu bile kabul etmek istemiyorum. Bütün hayata bakışıma aykırı çünkü bunu kabullenmek. Ama öyle...

Bu bahar yorgunluğu falan değil. İnsanların bana verdiği yorgunluk. O kadar yıprandım ki artık dostluklarımda düşünerek hareket etmeye başlayacağım, işte o zaman bir odundan hiçbir farkım kalmayacak.

Wednesday, February 25, 2009

Yorgunluk

Son günlerde etrafımdaki herkes beni gereğinden fazla yoruyor. Herkes sürekli olarak benden bir şeyler talep ediyor, bir şeyler bekliyor. Ve artık ben bunları karşılamaktan yoruldum. Kendi istediğim gibi hareket edip, kendi istediğim şeyleri tamamen kendi istediğim zamanda yapmak istiyorum. Başkalarının isteklerini önemseyip, yerine getirmeye çalışmaktan yoruldum. Kendimle kalmak istiyorum. Eğlenceli olmasa da tek başıma zaman geçirmek istiyorum. Kendime ait bir zamanım olsun istiyorum. Masamın başında boş boş bir şeyler yapabilmeyi özledim. Boş boş olmak zorunda da değil, ders bile çalışabilirm! Ama yeter ki bu benim tercihim olsun. Yoruldum artık.

Sunday, February 1, 2009

Fazla Düşünmek

Yine her konunun üzerinde çok fazla düşünmeye başladığımı farkettim. Keşke durup da bu kadar düşünmeden, her şeyi derinlemesine irdelemeden kararlar verip, dilediğim gibi gelişine yaşayabilsem.

Ama ben bunu bir kere denedim.

Ve olmadı.

Belki de ne kadar istediğimi zannetsem de ani kararlar verip, düşünmeden yaşamak gerçekten de istediğim şey değil. Çünkü bana göre değil. Karakterime, bugüne kadar yaptıklarıma ve bundan sonra yapmak istediklerime aykırı.

Ve öyle yaptığım zaman, içim rahat etmiyor. Huzursuzluk orada oluyor hep.

Kendimi kontrol etmem gerek. Kendimi kontrol etmeyi seviyorum. "Benim yaptığım kontrolden ne çıkar?!" diyerek gülüyorum ama ipler elimde olduğunda ne kadar saçmalayabilsem de sınırlarımı biliyorum. Ötesine geçmemem gereken çizgiler var, ve onların ötesine geçmenin koşulları. Tabi ki benim için hiçbir şey imkansız değil benim gözümde, ama herşey için gerçekleşmesi gereken koşullar var.

Bütün bunlar olmadığında dilediğimi yaptığımı zannedip, gerçekten hiçbir şey yapamaz hale geliyorum.

Sanırım en doğrusu, kendimi hep bildiğim şekilde yaşamaya devam etmek. Bu değişim geçirmeyeceğim anlamına gelmiyor. Her ne kadar hoşlanmasam da değişim de karakterimin bir parçası. Dahası şu günlerde de önemli bir değişim yaşıyorum. Umarım her şey yolunda gider...

The Theory of Ece Landing a Plane

Egemen states: "asıl indirmek kolay, ya da düşürmek... ama sonuçta indirmiş oluyorum dimi (Egemen, 2008, pp.912)." The theory of Ece landing a plane, is a theory hanging on a very thin line of string. Firstly, Egemen does not know how to fly a plane and does not have a pilot's badge. Secondly, she might be unstable because she does not have enough nerves. According to Egemen, she easily gets scared: "Korkağım ben (Egemen, 2007, pp. 13).", "Niye bu kadar korkağım? (Egemen, 2008, pp. 218)." Moreover, if Ece does have the nerves and ability to fly a plane, the probability of her finding the right switch of the plane's wheels is %13 (Sun, 2006, pp.123), and the probability of her to fing the switch for the tail wing flaps is %9.4 (Sun, 2007, pp.12). In conclusion, the probability of the plane falling is %98.7 (Sun, forthcoming). It may be true that crashing the plane would conclude with the plane actually ending up on the ground but it could not be considered equivalent to landing the plane.


Written by Berrin Sun

Thursday, January 22, 2009

Isolation

Uzun zaman boyunca, hep birilerini bulma arayışındaydım; arkadaş olup hoş ve boş vakit geçirecek birilerini, dost olup da gerçek beni gösterebileceğim birilerini ve aşık olacağım birisini... Ama sonunda bu arayışımın boşuna olduğunu farkettim. En çok ihtiyacım olan kişi bana tahmin ettiğimden çok daha yakındaydı. Evet kendimden bahsediyorum.

Arkadaşlık, dostluk, aşk...

Ama bunlardan daha çok ihtiyaç duyduğum şeyin kendim olduğunu farketmek için ille de kötü deneyimler yaşamam gerekliymiş. Sevgim sömürülüp, harcanmadan aslında en büyük aşkla kendimi sevmem gerektiğini, hiç bir zaman verdiğim kadar alamadığımı farketmeden en yakın dostumun aslında kendim olduğunu anlamam mümkün değilmiş.

Daha ufacıkken hayatta kendime bir yol çizmiştim. Oraya tam olarak nasıl geleceğim belirsiz gibi gözükse de ne istediğimi biliyordum. Ama şimdi o küçücük kızdan çok daha iradesiz, çok daha zayıf, çok daha zavallı olduğumu görmek sanırım benim hayattaki en büyük hayalkırıklığım. Çok saçma sebeplerle, geçici zevkler uğruna saptığım o yola geri dönmem gerekli. Hayattan istediğim şey bu çünkü. Beni gerçekten mutlu edebilecek olan, yaptığım hiç bir şeyden tatmin olamadan geçirdiğim zamanları sona erdirecek olan bu. Daha azı bana yetmez çünkü. Ben daha küçücükken bunu gayet iyi bilirken, nasıl oldu da geçen yıllar, hayatıma giren insanlar bunu bana unutturdu, inanmakta güçlük çekiyorum.

Hayatımdaki en değerli şey benim. En çok kendimi seviyorum. Ve bununla da gurur duyuyorum. Bunu sadece çok ciddi birşeyler olduğunda hatırlayabilmem kendime ne kadar ihanet ettiğimi gösteriyor aslında. Ama artık bunu değiştirmemin zamanı geldi. Ve eğer bu kendimi çevremden izole etmemi gerektiriyorsa, öyle olsun !


"Leave me alone, isolation bears hope..."

Saturday, January 3, 2009

your heart is too big




"Yeah, that's my problem..."

Thursday, January 1, 2009

1 5 4 8 5 1 8

Bunlar en son aldığım Milli Piyango biletinin üzerinde yazan rakamlar. Bu biletin benim için özel bir anlamı vardı. Bu yüzden de bir şeyler çıkacağına inanıyordum gerçekten. Dün gece sadece amorti çıktığını gördüğümde hayalkırıklığına uğradım başta. Sonra düşündüm, hayata verdiğimden daha fazlasını beklemek zavallı bir şekilde oturup mucizelerin gerçekleşmesini beklemek gibi bir şeydi. O yüzden şimdi mutluyum o bilete amorti çıktığı için.